Şeriatla medeniyet-i hazıra, deha-i fennî ile hüda-i şer'î muvazeneleri 

Bir meclis-i misalîde    Şeriatla medeniyet-i hazıra, deha-i fennî ile hüda-i şer'î muvazeneleri     (Birinci Harbin) Mütareke başında, bir Cuma gecesinde bir rü'ya-yı sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde, benden sual ettiler:    "Mağlubiyet sonunda İslâm'ın âleminde ne hal peyda olacak?" Asr-ı hazır meb'usu sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler:    Eski zamandan beri istiklal-i İslâm'ın bekası, hem Kelimetullah'ın i'lâsı için, farz-ı kifaye-i cihadı; o lâzıme-i diyanet    Deruhde ile, kendini yekvücud-u vahdanî İslâm'ın âlemine fedaya vazifedar, hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet,    Şu millet-i İslâm'ın felâket-i mazisi, getirecek de elbet İslâm'ın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet,

Şeriatla medeniyet-i hazıra, deha-i fennî ile hüda-i şer'î muvazeneleri 

Bir meclis-i misalîde 
  Şeriatla medeniyet-i hazıra, deha-i fennî ile hüda-i şer'î muvazeneleri 
   (Birinci Harbin) Mütareke başında, bir Cuma gecesinde bir rü'ya-yı sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde, benden sual ettiler:
   "Mağlubiyet sonunda İslâm'ın âleminde ne hal peyda olacak?" Asr-ı hazır meb'usu sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler:
   Eski zamandan beri istiklal-i İslâm'ın bekası, hem Kelimetullah'ın i'lâsı için, farz-ı kifaye-i cihadı; o lâzıme-i diyanet
   Deruhde ile, kendini yekvücud-u vahdanî İslâm'ın âlemine fedaya vazifedar, hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet,    Şu millet-i İslâm'ın felâket-i mazisi, getirecek de elbet İslâm'ın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet,
   İstikbalde telafi. Üçü veren, üçyüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasaret. Halini istikbale tebdil eder, zîhimmet...
   Zira ki şu musibet; hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesanüd-ü İslâmı hârikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet
   Tesri'-i ihtizazı. Tahrib-i medeniyet, deniyet-i hazıra sureti değişecek, sistemi bozulacak; zuhur edecek o vakit,
   İslâmî medeniyet. Müslümanlar bil'ihtiyar elbet evvel girecek. Muvazene istersen: Şer'in medeniyeti, şimdiki medeniyet
   Esaslara dikkat et, âsârlara nazar et. Şimdiki medeniyet esasatı menfîdir. Menfî olan beş esas ona temel, hem kıymet.
   Onlarla çark kurulur. İşte nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, şe'nidir tecavüz ve taâruz; bundan çıkar hıyanet.
   Hedef-i kasdı, fazilet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe'nidir tezahüm ve tehasum; bundan çıkar cinayet.
   Hayattaki kanunu, teavün bedeline bir düstur-u cidaldir. Cidalin şe'ni budur: Tenazu' ve tedafü'; bundan çıkar sefalet..
   Akvamların beyninde rabıta-i esası: Âherin zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.
   Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe'ni olur daima böyle müdhiş tesadüm, böyle feci' telatum, bundan çıkar helâket.
   Beşincisi şudur ki: Cazibedar hizmeti: Heva, hevesi teşci', teshil; hevesatı, arzuları da tatmin; bundan çıkar sefahet.
   O heva, hem heves, şe'ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Manevî meshediyor, değişir insaniyet.
   Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.
   Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı. Zemindeki mevazin mizanıdır şeriat...
   Şeriattaki rahmet, sema-i Kur'andandır. Medeniyet-i Kur'an esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çark-ı saadet.
   Nokta-i istinadı; kuvvete bedel haktır. Hakkın daim şe'nidir adalet ve tevazün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şekavet.
   Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin şe'nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çıkar saadet, zâil olur adavet.
   Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine, düstur-u teavündür. O düsturun şe'nidir ittihad ve tesanüd; hayatlanır cemaat.
   Suret-i hizmetinde, heva heves yerine hüda-yı hidayettir. O hüdanın şe'nidir: İnsana lâyık tarzda terakki ve refahet.
   Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü'l-vahdeti de tardeder unsuriyet, hem de menfî milliyet.
   Hem onların yerine rabıta-i dinîdir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir, uhuvvet-i imanî. Şu rabıtanın şe'nidir; samimî bir uhuvvet,
   Umumî bir selâmet. Haric etse tecavüz, o da eder tedafü'. İşte şimdi anladın; sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet.
   Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarla girmemiş, şu medeniyet-i hazıra. Onlara yaramamış; hem de onlara vurmuş müdhiş kayd-ı esaret.
   Belki nev'-i beşere tiryak iken zehir olmuş. Yüzde seksenini atmış meşakkat ve şekavet. Yüzde onu çıkarmış muzahref bir saadet!
   Diğer onu bırakmış beyne beyne bîrahat! Zalim ekallin olmuş gelen rıbh-i ticaret. Lâkin saadet odur: Külle ola saadet.
   Lâekal ekseriyete olsa medar-ı necat. Nev'-i beşere rahmet nâzil olan şu Kur'an, ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet;
   Umuma, ya eksere verirse bir saadet. Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, heva da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet.
   Heves tahakküm eder. Heva da müstebiddir, gayr-ı zarurî hâcatı havaic-i zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti rahat...
   Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir. Sa'y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.
   Onda hile, harama beşeri sevketmiştir. Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate hem nev'e vermiştir servet, haşmet.
   Ferdi, şahsı ahlâksız, hem fakir eylemiştir. Bunun şahidi çoktur. Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet, hem gadr ve hem hıyanet
   Şu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu. Midesi
{(*): Demek daha dehşetli kusacak. Evet iki harb-i umumî ile öyle kustu ki: Hava, deniz, kara yüzlerini bulandırdı, kanla lekeledi...}
daha bulanır. Âlem-i İslâm'daki istinkâf-ı manidar hem de bir cây-ı dikkat.
   Kabulde muzdaribdir, soğuk da davranmıştır. Evet Şeriat-ı Garra'da olan nur-u İlahî, hâssa-i mümtazıdır: İstiğna, istiklaliyet.
   O hâssadır bırakmaz ki o nur-u hidayet, şu medeniyet ruhu olan Roma dehası ona tahakküm etsin. Onda olan hidayet,
   Bundaki felsefe ile mezcolmaz, hem aşılanmaz, hem de tâbi' olamaz. İslâmiyet ruhunda şefkat izzet-i iman, beslediği şeriat
   Kur'an-ı Mu'ciz-Beyan tutmuş yed-i beyzada hakaik-i şeriat. O yemin-i beyzada birer asâ-yı Musa'dır. Sehhar medeniyet,
   İstikbalde edecek ona secde-i hayret...    Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunan'ın iki dehası vardı; bir asıldan tev'emdi, biri hayal-âlûddu, biri madde-perestti.
   Su içinde yağ gibi imtizac olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı. Hristiyanlık da çalıştı, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı.
   Herbiri istiklalini filcümle hıfzeyledi. Hattâ el-ân âdeta o iki ruh, şimdi de cesedleri değişmiş, Alman Fransız oldu.
   Güya bir nevi tenasüh başlarından geçmişti. Ey birader-i misalî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki deha, öküz gibi reddetti
   Temzicin esbabını. Şimdi de barışmadı. Madem onlar tev'emdi, kardeş ve arkadaştı, terakkide yoldaştı; birbiriyle döğüştü.
   Hiç de barışmadılar. Nasıl olur ki aslı, hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu. Kur'anda olan nuru, şeriat hidayeti
   Şu medeniyetin ruhu olan Roma dehası, birbiriyle barışır hem mezc u ittihadı.
   O deha ile bu hüda menşe'leri ayrıdır: Hüda semadan indi, deha zeminden çıktı. Hüda kalbde işliyor, dimağı da işletir.
   Deha dimağda işler, kalbi de karıştırır. Hüda ruhu eder tenvir, taneleri sünbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.
   İstidad-ı kemali birdenbire yol alır, nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Melek-sîma ediyor insan-ı himmetperver.
   Deha ise: Evvelâ nefs u cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad-ı nefsanî neşvünema buluyor.
   Ruhu eder hizmetkâr, taneleri kuruyor. Şeytanın sîmasını beşerde gösteriyor. Hüda, hayateyne saadet veriyor. Dâreyne ziya neşrediyor.
   İnsanı yükseltiyor. Deccal-misal
{(*): Bunda da bir ince işaret var.}
deha-yı a'ver, bir dâr ile bir hayatı anlar; madde-perest olur ve dünyaperver. İnsanı yapar birer canavar.
   Evet deha, sağır tabiata tapar. Kör kuvvete fermanber. Fakat hüda, şuurlu san'atı tanır, hikmetli kudrete bakar. Deha, zemine küfran perdesi çeker. Hüda, şükran nurunu serper.
   Bu sırdandır: Deha, a'ma-i asamm; hüda, semî-i basîr. Dehanın nazarında, zemindeki nimetler sahibsiz ganîmettir.
   Minnetsiz gasb ve sirkat, tabiattan koparmak canavarca his verir. Hüdanın nazarında; zeminin sinesinde kâinatın yüzünde
   Serpilmiş olan niam, rahmetin semeratı. Her nimetin altında bir yed-i muhsin görür, şükran ile öptürür.
   Bunu da inkâr etmem: Medeniyette vardır mehasin-i kesîre.. lâkin onlar değildir ne Nasraniyet malı, ne Avrupa icadı,
   Ne şu asrın san'atı.. Belki umum malıdır: Telahuk-u efkârdan, semavî şerâyi'den, hem hâcat-ı fıtrîden, hususan şer'-i Ahmedî,
   İslâmî inkılabdan neş'et eden bir maldır. Kimse temellük etmez. Misalîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu; hem dedi:
   "Musibet olur her dem hıyanet neticesi, mükâfatın sebebi. Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı
   Hangi ef'alinizle kazaya, hem kadere şöyle fetva verdiniz ki, kaza-i İlahî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı?
   Hata-i ekseriyet olur sebeb daima musibet-i âmmeye." Dedim: Beşerin dalalet-i fikrîsi, Nemrudane inadı,
   Firavunane gururu şişti şişti zeminde, yetişti semavata. Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate. Semavattan indirdi
   Tufan, taun misali, şu harbin zelzelesi; gâvura yapıştırdı semavî bir silleyi. Demek ki şu musibet, bütün beşer musibetiydi,
   Nev'en umuma şâmil. Bir müşterek sebebi; maddiyyunluktan gelen dalalet-i fikrîydi, hürriyet-i hayvanî, hevanın istibdadı...
   Hissemizin sebebi; erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlık Teâlâ yirmidört saatten bir saati istedi,
   Beş vakit namaz için yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tenbellikle terkettik, gafletle ihmal oldu.
   Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmidört saatte daima talim ve meşakkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı.
   Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık, keffareten beş sene cebren oruç tutturdu.
   Kendi verdiği malından, kırkından ya onundan birini zekat istedi. Buhl ile hem zulmettik, haramı karıştırdık, ihtiyarla vermedikti.
   O da bizden aldırdı müterakim zekatı, haramdan da kurtardı. Amel, cins-i cezadır. Ceza, cins-i ameldir. Sâlih amel ikiydi:
   Biri müsbet ve ihtiyarî, biri menfî ızdırarî. Bütün âlâm, mesaib, a'mal-i sâlihadır; lâkin menfîdir, ızdırarî. Hadîs teselli verdi.
   Bu millet-i günahkâr kanıyla abdest aldı. Fiilî bir tövbe etti. Mükâfat-ı âcili, şu milletin humsu dört milyonu çıkardı
   Derece-i velayet, mertebe-i şehadetle gazilik verdi, günahı sildi. Bu meclis-i âlî-i misalî, bu sözü tahsin etti.
   Ben de birden uyandım, belki yakaza ile yeni yattım. Bence yakaza rü'yadır,
   Rü'ya bir nevi yakazadır. Orada asrın vekili, burada Said-i Nursî...
Sözler - 711